İttihat ve Terakki ile milli iktisat politikası sanki
birbirinden ayrılmaz iki unsur olarak algılanmaktadır. 1908-1918 yılları
arasındaki on yıllık dönem Türkiye’de milli iktisat yılları olarak kabul
edilmektedir. Ancak bu on yıllık dönemde izlenen iktisat politikası açısından
bir bütün olarak değil, iki parça halinde incelemek gerekir. On yıllık dönemin
1908-1914 yılları arasında liberal politikalar hâkim unsurken, 1914-1918 savaş
yıllarında milli iktisat politikaları uygulanmıştır. İttihat ve Terakki dönemi
boyunca ekonomi yönetimi açısından tek bir uygulamadan ziyade günün şartlarına
uygun farklı politikalar ve uygulamalar geliştirilmiştir. İttihat ve Terakki
içinde ekonomik sistem tercihleri açısından liberal iktisat ve milli iktisat
taraftarları olmakla beraber uygulamada milli iktisat politikaları daha etkili
olmuştur.
 |
| (Birinci Balkan Savaşı Sırasında Balkanlardan Göç Eden Türk Muhacirler, İstanbul, 1912.) |
İttihat ve Terakki’nin denetleme iktidarı olarak
bilinen 1908-1912 yıllarına kadar Maliye Nazırı Cavid Bey’in etkisiyle liberal
görüşler hâkim olmuştur ancak özellikle Balkan Harbiyle birlikte liberal
düşünce ve uygulamalar zayıflama evresine girmiştir. O nedenle Balkan Harbi,
İttihat ve Terakki’nin iktisadi düşünce ve politikalarında iki ayrı dönemini
ayıran önemli bir çizgidir. 23 Ocak 1913 yılında, Bâb-ı Ali Baskını ile İttihat
ve Terakki tam iktidar dönemine girmiş olsa da milli iktisat uygulamaları tam
olarak 1914-1918 yılları olarak bildiğimiz Birinci Dünya Savaşı yıllarında
uygulanmıştır ve milli iktisat kavramı, İttihat ve Terakki’nin Türk
milliyetçiliği düşüncesinin iktisadi hayata yansımasının bir sonucudur.
Liberal dönem düşüncesinin hâkim olduğu yıllarda;
Osmanlıcılık düşüncesi etkiliydi ve yabancı yatırımcı özendirilip, serbest
ticaretin önü açılmaya çalışılmaktaydı. Liberal düşünceler ve politikalar
gayrimüslim olan yabancı unsurun zenginleşmesi ve kapitülasyonların ağır
yükümlülükleri sebebiyle, uygulanmak istenilen liberal politika hedeflerine
ulaşılmasında engel teşkil etmiştir ve başarısızlığa uğramasına sebep olmuştur.
Diğer taraftan Milli iktisat yıllarında, Müslüman-Türk girişimci ön plana
çıkarılmaya çalışılmıştır ve milli bir burjuvazi hedeflenmiştir. Milli iktisat
politikaları, Birinci Dünya Savaşı’nın etkisi altında gerçekleşmesi açısından
hem ortaya çıkışını sağlamıştır hem de başarısız olmasındaki en büyük etkendir.
Ayrıca nitelikli yöneticilerin olmamasından ötürü yanlış uygulanan para ve
maliye politikaları ile yaşanan gıda sorununa çözüm olarak gerçekleştirilen
iaşe sistemindeki sorunlar milli iktisat politikaları açısından istenilen
hedefe ulaşılamaması ve başarısızlığa uğramasına sebep olmuştur. İki ayrı dönem
olarak nitelendirdiğimiz bu on yıllık süreç, Osmanlı Devleti’nin yıkılışıyla
sonuçlanarak başarısızlığa uğramıştır fakat 1918-1922 yıllarında gerçekleşen
milli mücadele yıllarına ve kurulacak Türkiye cumhuriyetinin zeminini de
hazırlamıştır.
 |
|
Osmanlı Devleti’nde liberal düşünceler özellikle
19.yüzyılın ikinci yarısından itibaren belirgin ve etkili olmaya başlamıştır.
Batılı uygulamaların liberal uygulamalara dayanması Osmanlı Devleti’nde
modernleşmenin liberalleşme ile mümkün olabileceği inancını oluşturmuştur.
20.Yüzyılla beraber aydınlanma düşüncesi ve Fransız devriminin bir siyasal
kültür haline gelmesiyle liberal demokrasiden İttihatçılar da etkilenmiştir. Tanzimat’tan
beri liberal çizgi gündemde yer tutmuştur. İkinci Meşrutiyet yıllarıyla
beraber Osmanlı Devleti’nde iktisat da meşrutiyet kazanmıştır. Liberal 1908
devrimi, bu anlamda Kapitülasyonların etkin olduğu bir ortamda yabancı
sermayeye geniş olanaklar tanınması, liberal uygulamaların eksik kalmasına
neden olan bir başka etkiyi oluşturmaktadır. Ekonominin liberalleşmesi,
parasallaşan Osmanlı ekonomisini ellerinde bulunduran gayrimüslimler ve
yabancıların etkinlik alanlarını artırmıştır. İkinci Meşrutiyet’in ilk
yıllarında özendirilen yabancı sermaye ülkeye çekilerek tasarruf ve sermaye
birikimi oluşturulmaya çalışılmıştır. Bu durumun neticesinde etkinliğini
oldukça artıran yabancı sermaye 1912 yılına gelindiğinde, iç ticarette 18.063
işyerinin %85’nin, 6507 imalathanenin de yaklaşık %89’unu gayrimüslimlere ait
olduğu bir durumla karşı karşıya kalınmıştır.
 |
| (İstanbul'daki Meşrutiyet Kutlamaları, 1908.) |
İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra ve ilk yıllarında
bireyciliğin en güçlü savunucuları; Prens Sabahattin, Teşebbüs-i Şahsi ve
Adem-i Merkeziyetçi grubu ve İttihatçıların uzun yıllar maliye nazırlığını
üstlenmiş olan Mehmet Cavid Bey ve yayın organları Ulum-i İktisadiyye ile
İctimaiyye Mecmuasıydı. Osmanlı
liberallerinin sözcülüğünü üstlenen Cavid Bey, İttihatçıların uzun yıllar
maliye nazırlığını üstlenmiştir. Cavid Bey’e göre insanlar arasında eşitlik
olmadığı gibi servetler arasında da eşitlik olamazdı, servet eşitliği
yoksulluğu doğururdu. Hükümet aracılığıyla servet eşitliğinin sağlanması
sermayenin aleyhine bir çabaydı ve hükümet iktisat politikalarında serveti
gözetmeli, birikime ortam hazırlamalıydı. Eserlerinde 19.yüzyıl liberalizmini
savunan Cavid Bey, insanoğlunun üretimde, ilişkilerinde iktisat ilkelerini bir
an gözden uzak tutulmaması gerektiğine inanıyordu.

Cavid Bey’in tüm yazılarında klasik okul düşüncelerini
görmek mümkündür. Güçlü bir gümrük engeline rastlamayan yabancı malların ülke
pazarını işgali, Cavid Bey’e göre rahatsız edici değil aksine faydalı bir
olaydır. Tarım ülkesi olunduğunu ve sanayileşmenin ülkeyi yoksullaştıracağını
düşünüyordu. Kalkınmanın yabancı sermayesiz olamayacağını ve güçlü bir gümrük
engeline rastlamayan yabancı malların ülke yararına olduğunu düşünmekteydi. Bu nedenle,
Osmanlı ekonomisi dünya ekonomisinden tecrit edilmemeliydi. Yabancı sermayeyi
Osmanlı topraklarına çekecek özendirici tedbirlere başvurmak gerektiğini
vurgulamaktaydı. Cavid Bey’i sadece bir iktisatçı değil, aynı zamanda
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin önderlerinden biri olarak da görmemiz
gerekmektedir. Hükümette yer almadığı yıllarda dahi iktisat politikalarında
etkili olan Cavid Bey, iktisat politikası sorunlarında büyük otorite sahibi
biri olarak görülmesi gerekmektedir. Sistemli olarak savunduğu iktisat
politikaları; “serbesti-i ticaret”, tarımsal ihracata dayalı ihtisaslaşma,
yabancı sermayeye karşı açık kapı, piyasalara devletin “adem-i müdahalesi” unsurlarına
dayanıyordu. Bu politikaların, 20.yüzyıl başlarındaki Osmanlı toplumunun
koşullarında, sanayi tabanlı bir ulusal kapitalizmin ve sanayi burjuvazisinin
değil, dışa bağımlı bir piyasa ekonomisinin ve bir ticaret burjuvazisinin
gelişmesi anlamına geleceği söylenebilmektedir.

Liberal tezleri savunan başka bir fikir adamı Prens
Sabahattin’dir. Özel teşebbüsten yana olmakla beraber diğer liberal görüşlerden
farklı olarak iktisadi görüşlerini bireyci bir toplumsal teoriyle
temellendirmiştir. Bütün Doğu toplumları gibi cemaatçi bir toplumsal yapısı
bulunan Osmanlı Devleti’nin bunalımdan çıkabilmesi için bireyselliğin gelişmesi
gerektiğini belirtmektedir. Merkeziyetçiliğin terk edilmesi ve idarenin Adem-i
Merkeziyet ilkesi yönünde yeniden düzenlenmesi gerektiğine inanmaktadır. İttihat ve Terakki,
liberal anlayışını Balkan Harbi’ne kadar sürdürmektedir. “Teşebbüs-i şahsi”
kutsaldı ve dokunulmazdı. Hürriyete inanan ve hürriyet isteyen “teşebbüs-i
şahsi” görüşünden vazgeçemezdi. İkinci Meşrutiyet’in ilk yıllarında birey öne
çıkıyor ve bireysel çabanın faziletleri savunuluyordu. Buna rağmen, ilk
günlerden itibaren hükümetin iktisadi konularda duracağı mesafe kararsız
kaldığı bir konudur. Hükümet, liberal görüşe sahipti ancak Avrupa’dan
liberalizme karşı gelen eleştirileri de görmezden gelememişlerdir. Yeterince
sermaye birikiminin oluşmaması durumunda devletin rolü de değişebilirdi.
Siyaset ve liberalizm, iki ayrı dünyaydı ve sermaye yeterli olmadığı sürece
serbest piyasadan uzak durulmalıydı.
Özellikle Balkan Harbi yıllarına kadar Osmanlıcılık
fikriyle paralel gelişen “serbesti” görüşler, Balkan Harbi yıllarından sonra
gittikçe zayıflamıştır. Osmanlıdan ayrılan milletler ve Balkanların
kaybedilmesi büyük bir bunalıma sebep olmuştur. İttihatçı çevrelerde milliyetçi
ve korumacı görüşler daha çok yer almaya başlamıştır ve bu durum, ilerleyen
süreçte liberal görüşlerin yerini milli iktisada bırakmasıyla sonuçlanmıştır. İttihatçılar, Türk-Müslüman çevresini daha çok
önemsemeye başlamıştır ve artık Anadolu topraklarında yeşerecek Türk-Müslüman
burjuvazisi önceliği oluşturmaktadır. İttihat ve Terakki 1913 yılında tam
olarak iktidar olmasıyla ve 1914 yılında Cihan Harbiyle beraber liberal
görüşlerden tamamen ayrılarak milli iktisat dönemini başlatmıştır.
Başlangıçta İttihatçıların arasında egemen olan
Osmanlıcılık iken, Balkan savaşı ve beraberinde gelen savaşlarla Osmanlı
egemenliğindeki unsurlar birer birer bağımsızlıklarını ilan etmesiyle Türkçülük
ideolojisi benimsenmiştir. Özellikle Cihan Harbi yılları bu fikirleri
uygulamaya zemin hazırlamıştır ve bu fikrin iktisadi alandaki yansımasını ise
milli iktisat politikaları oluşturmaktadır. Bu dönem sadece iktisadi boyutuyla değerlendirilmemeli
ve milli iktisat politikaların ideolojik düzeyde Türk milliyetçiliğinin
güçlenmesi ve parçalanmayacak bir Türk yurdu yaratma amacıyla gayrimüslim
burjuvazinin tasfiye edilmesiyle beraber gerçekleştiğini gözlemlemek
gerekmektedir.
Milli iktisat politikalarının benimsenmesinde kimlik
arayışlarının etkisi büyüktür. İstikrarsızlıklar, yaşanan mali-siyasi sorunlar
ve savaş koşulları ile Osmanlı Devleti, siyasi bir kimlik arayışına
girişmiştir. Türk-Müslüman öğelerin öne çıkarılması üzerine kurulan milliyetçi
kimliğin, iktisadi boyutu da Milli İktisat olarak gerçekleşmiştir. Milli iktisat fikri her
ne kadar 1908 yıllarından itibaren gelen süreçte gündemde olsa da 1915 yılı;
milli iktisat açısından bir milat, bir başlangıç olarak nitelendirilmiştir.
İktisat yazınında artık; Smith, Ricardo, Bastiat, Beaulieu gibi liberaller
gözden düşmüştür. List, Carey, Rae, Cauwes gibi milli iktisatçıların görüşleri
benimsenmiştir.
İttihat ve Terakki Cemiyetinin, Anadolu coğrafyası dışında kalan ve son
Müslüman unsur olan Arapların başkaldırması, milli iktisat düşüncelerinin
şekillenmesinde önemli bir etkisi olmuştur. Bu anlamda İkinci Meşrutiyet’ten,
Cihan Harbi’ne kadar devletin ayakta kalma mücadelesi milli iktisat olarak
iktisadi alanda da önemli gelişmeleri ortaya çıkarmıştır. Siyasi bakımdan
bağımsız olunsa da, ülkeyi ve hâkim unsuru ekonomik açıdan bağımlı kılan
ekonomik tabloya, milli bir ekonomi politikasının uygulanması ve gelişmiş bir
milli burjuvazisinin yaratılmasıyla karşı konulacağı düşünülmüştür ve bunun
için ekonominin milli bir karakter kazanması adına Türklüğün varlığı,
zorunluluk olarak görülmüştür.
Türk milliyetçiliği diğer bir açıdan düne karşı bir
başkaldırı veyahut tepki hareketidir. Çünkü Türkler uzun yıllar Osmanlı Devleti
içerisinde askerlik dışındaki bütün işlerde devlet yönetimi de dahil hep
marjinal durumda kalmışlardır. Ezilmiş ve özgüvenini yitirmiş Türk insanı için,
bir milli şuura ulaşılması gerekiyordu ve gerçekten de İttihatçılar için öncelikle
çözülmesi gereken sorunlardan biri olarak görülmüştür. Bu çerçevede;
Müslüman-Türk girişimci adına bir sınıfın yaratılması için taşra kentlerindeki
Müslüman tüccar, esnaf hatta bürokratlar arasında bulmaya çalıştıkları
kişilerden girişimci kadrolar oluşturulmaya çalışılmış ve böylelikle
İttihatçılar, ulusal burjuvazi yaratmak için ciddi bir çaba harcamıştır. Osmanlı Devleti
içerisindeki Türkler; kültürel, ekonomik ve politik alanlarının tümünde artık
egemen unsur haline getirilmeye çalışılmıştır.
Yazın alanında milli iktisadın savunucuları olarak;
Türkçülüğün ideoloğu sayılan Ziya Gökalp ve Tekin Alp öne çıkmaktadır. Ziya
Gökalp, Adam Smith’in takipçileri olan Manchester okulunun ekonomi politikasının
kozmopolit olamayacağını öne sürüyordu ve bu politikaların her ulus için
evrensel bir geçerliliği olmadığını eleştirmektedir ve Türk milletine organik
bir bütünsellik atfetmiştir. Osmanlı ülkesinin dışarı kapanarak, milli iktisat
ilkeleri doğrultusunda hem tarım hem de sanayi ülkesi olması gerektiğini
belirtmektedir. Tekin Alp, iktisadı temel
olarak; iktisat ilmi ve sanatı olarak ikiye ayırmaktadır. Milli iktisadı, ilk
etapta iktisadın sanat kısmı olarak nitelendiriyor ve ilim kısmı, genel geçer
kuralları ortaya koyarken sanat kısmının milletlere ve toplumlara has iktisadi
kuralları içerdiğini belirtmiştir. Buna göre de Tekin Alp, Osmanlı
iktisatçılarının umumi kısmı bir kenara bırakarak, sanat kısmıyla ilgilenilmesi
gerektiğini düşünmektedir.

Cihan Harbi döneminde hayat bulan milli iktisat ve
milli şuur, aynı zamanda Cihan Harbi sebebiyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Cihan Harbi yılları olan 1914-1918 yılları boyunca özellikle gıda maddelerinin
üretimindeki düşüşlere rağmen sürekli artan talep sebebiyle kıtlıklar
yaşanmıştır. Gıda arzında yaşanan bu sorunları çözmek adına İttihat ve Terakki,
milli iktisat politikaları doğrultusunda iaşe politikası sistemine geçmiştir
ancak bu yeni iaşe sistemi sorunlara çözüm olmaktan ziyade yeni sorunlar
doğurmuştur. İaşe politikası sorunlarından ötürü harp zenginleri oluşmuştur ve
bu zümre spekülatif girişimleri sonucu kısa sürede servet birikimine giderek
1914-1918 yıllarının kazançlı çıkan kesimlerini oluşturmuştur. Cihan Harbi kaybedilip,
Osmanlı Devleti dağılma sürecine girmiştir. Her ne kadar savaş kaybedilmiş olsa
da, İttihat ve Terakki dönemindeki milli iktisat anlayışı, cumhuriyete geçişte
bir köprü görevi görmüştür ve milli iktisat anlayışı çerçevesinde her iki dönemde
de milli bir kimlik anlayışı kazanılmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder